Çarşamba, Aralık 05, 2007

İş dünyasında turnover nedir, ne zaman yapılmalıdır?

Nedir'i google da var? Ne zaman yapılmalıdırın cevabı ise "insanların tuzları kuruyup halden anlamaz hale geldikleri anda yapılmalıdır" dır.

Pazar, Ekim 07, 2007

Metrotoksin nedir?

Efendim, Metrotoksin kötü birşeydir. İnsan ruhunun metropoller tarafından kirletilmesi hadisesidir. 

Kalabalık, trafik, yoğun elektrik enerjisi, hızlı iletişim, metropollerdeki yeşil alan eksiklikleri, sürekli çalışma, iş-ev arasındaki ulaşım süresinin uzun olması (trafiğin yan etkisi olmasına rağmen ayrı bir başlık olarak ele alınmalıdır), bunun sonucu olarak insanın kendine daha az zaman ayırabilmesi, hava kirliliği, oksijen eksikliği gibi olumsuz etkenler metropollerde kolayca bulunabileceği için bu kirlenmeye metrotoksin adını verdim. 

Metrotoksin'in insan bünyesi üzerindeki etkisi uzun dönemlerde ortaya çıkmaktadır. İdrak kıtlığı, aşırı sabırsızlık, anlayış yoksunluğu, bencillik, içe kapanma, sosyal yalnızlık(!), acımasızlık, gaddarlık ve çoğaltılabilecek diğer sonuçları doğuran metrotoksin, bünyeyi bir kere etkiledi mi, içinde bulunulan metropolden uzaklaşılmadıkça tedavi çaresi yoktur. Uzun dönemli ayrılıklar sonrasındaki geri dönüşlerde de aynı semptomlar kolayca ortaya çıkabilmektedir. 

devam edecek...

Pazar, Ağustos 19, 2007

Türk halk kültürü ile ilgili kaynaklar

"Görüşler" dergisi ile ilgili araştırma yaparken aşağıdaki iki site ulaştım. Çeşitli yöresel kültürlerle ilgili araştırmalar, makaleler, sempozyum bildirileri vs. olan bu siteler konuyla ilgilenenler için değerlendirmeye değer.

http://turkoloji.cu.edu.tr
http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/

Bir cumartesi öğleden sonra bir grup dergi peşinde

Efendim benim, hepsi de nev-i şahsına münhasır bir grup amcam var, hepsi birbirinden sevimli maşaallah. Vakit oldukça, dünya döndükçe onlardan ara ara bahsedeceğim. Bunlardan küçük olanı mimar ve mimar olduğu yetmiyormuş gibi bir de tuhaf bir mimar. Bu ailenin en büyük torunu olarak, tahmin edilebileceği gibi, bu tuhaf mimarın tuhaf isteklerine bendeniz maruz kalıyorum. Bu hadiseden evvel, en son basımı 1894 yılında yapılmış bir kitap ile aile arasında konuşulurken 3 nüsha yazılmış başka bir kitap istedi. Onlara üstün araştımacı yeteneklerim ve bağlantılarım sayesinde güç bela ulaşabildim (ne abartıyormuyum? kısmen ;) ) Bu sefer ise, Gutenbergin bastığı ilk kitabı istemesini beklerken, amcam, 1936-1947 yılları arasında Adana Halk Evinin yayıladığı Görüşler dergisi ile yetindi. Bir günde Ancak avrupa yakasındaki sahhafları dolaşabildim ve işin erbapları, sorularıma acıklı bakışlarla karşılık verdiler. Beyoğlundan sonra, Beyazıttaki sahhafları da dolaştıktan sonra yorgunluktan, önce sahhafların önündeki meydanda ulu ağaçların altında sonra Beyazıt Camii'nin avlusunda biraz soluklandım. Avluda otururken yanı başımdaki sütunun ayağını gözüme kestirip, ufaktan yanaşıp yaslandım. Sütun ayağının yapısı o kadar ergonomikti ki sırtımı hiç rahatsız etmedi. Bu halda 10-15 dakika kadar uyumuşum. Böylece misyonum ulvi bir hâl aldı. Önümüzdeki hafta kısmetse Anadolu yakasındaki sahhafları dolaşacağım. Bakalım bu sefer nerelerde sızacağım. Sevgili aile eşrafıma, başta Afifeciğime, bu vesile ile sevgiler gönderiyorum.

Perşembe, Temmuz 12, 2007

Parti Kursam Manifestosu Ne Olurdu?

"İnsan ve insan yapısı olan hiç birşey tek başına herşeye yetmeye muktedir değildir!"

Yukarıda ki sebeptendir ki kendimi hiçbir -izm'e, ideolojiye ve akıma yakın hissetmedim. Her fikir paketinin içinde iyiside, kötüsüde vardır diye yaklaşıp, hepsinin içindeki iyiyi aldım ve mümkün olduğunca her türlü fanatizmden (halk arasında yobazlık ta denir) uzak kaldım.
  1. Asıl olan halktır ve maddi /manevi ihtiyaçlarını karşılayabileceği imkanlar sunulmalıdır.
  2. Halkın yaşayacağı doğal çevre, bitki ve hayvan zenginlikleri özenle korunmalıdır.
  3. Vatanın doğal kaynakları halka aittir ve devlet tarafında halkın refahı için en verimli şekilde yönetilmelidir.
  4. Halkın eğitimi önemlidir. Devlet bireylerin istekli oldukları yeteneklerini geliştirebileceği imkanlar sağlamakla mükelleftir.
  5. Halk devletin sağladığı bu imkanlara eğitim/öğretim görerek ve çalışarak karşılık verecektir. Birincil sorumluluğu çalışmak olacaktır.
  6. Bireyler fikir beyan etmekte özgürdürler. Eyleme geçmekte ise yasalar ile, diğer bireylerin faydaları ile kısıtlıdırlar.
  7. Ülkenin komşuları kültürel etkileşimde, ticarette, iş birliğinde birincil önceliğe sahiptir. Bu ülkeler ile ilişkiler had safha da geliştirilmedir.
  8. Komşu olmayan ülkeler de en az komşular kadar önemlidir.
  9. Dış ilişkilerde dirayetli "devlet" politikaları izlenecektir.
  10. Ders alabileceğimiz tarihimiz en doğru şekilde bireylerin eğitim ve öğretimlerine dahil edilecektir.
  11. Yakın ve uzak tarih ayrıntılı bir şekilde incelenecek ve politik hayatımıza katılacaktır.
  12. Bireyler ülke sorunlarının çözümünde görev almaya yüreklendirilecektir.
  13. Yaşam alanlarının yaşam kalitesini artıracak iyileştirmeler yapılacaktır.
  14. Bürokrasi yok edilecek yada had safhada azaltılacaktır.
  15. Devlet yönetimi hafifleştirilecek ve vatandaş tarafından kolaylıkla izlenebilecek şeffaflıkta olacaktır.
  16. Vatandaşın ekonomiye katkısı kolaylaştırılacaktır.
  17. Kanunlara uyulması konusunda en önemli husus bilinçli vatandaş ve uyaran vatandaş yapısıdır.
  18. Önceki hükümetlerin girişimlerinden Türkiye yararına olanlar devam ettirilecek, faydasız olanlar durdurulacak ve bundan sonraki politikalar hükümet değil "devlet" politikası olacak şekilde yapılandırılacaktır.
  19. Vatanın yetişmiş beyinlerinin, mecliste olmasalar dahi devlet yönetimine katılmalarına imkan verilecektir.
  20. Anayasa en kısa zamanda ülkemizin hukukçuları ve devlet adamlarının katılımıyla yenilenecektir.
  21. Üniversitelerin sanayi ile yakın işbirliği içinde bulunabilecekleri bilim yuvalarına dönüştürülmeleri için gerekli düzenlemeler yapılacaktır.
  22. Türkçede oluşmaya başlayan bozulmaların önüne geçebilmek için gerekli çalışmalar yapılacaktır.
  23. Ülke ekonomisi, bu manifestoda yer alan maddlerin yerine getirilebilmesi için tutarlı, açık ve vatandaşın kolaylıkla katılıp geliştirilebileceği bir hale getirilecektir.

bitmedi....

Cuma, Haziran 29, 2007

Türkiye Hakkında

Bob Cromwell kimdir bilmem ama, bayağı bir gezmiş tozmuş. Sokrates'in ve Unix'in daemonlar'ı arasındaki ilişkiyi araştırırken web sayfasına rastladım. Oradan da aşağıdaki linklere ulaştım, hatta kendisine de yazdım, kim olduğunuzu merak ettim diye. 

Bob'a buradan sevgiler iletiyorum 

https://cromwell-intl.com/travel/turkey/

https://cromwell-intl.com/turkish/

Salı, Haziran 12, 2007

İş yaşamını sorguluyorum

Blogun tepsinde kocaman yazdığım gibi iş arama sürecindeyim ve belki bu sebeptendir bir yandan da bize dikte ettirilen iş yaşamını sorguluyorum.

Nedir bu dikte ettirilen iş yaşamı. Çalış, çalışırken fazla mesai yap, yaz gelsin tatile git, kış gelsin çalış, kış tatiline git, bunları yaparken kariyer gelişimini planla
(kariyer gelişimi dediğimiz kişisel pazarlama), kişisel gelişim eğitimleri al (ama kimse "senin kişisel gelişimini başkası ne yapsın" diyerek seni ciddiye almasın), planladın mı? bravo, daha yüksel, başka firmalara git, bir süre sonra çok kazanıyorsun diye işten atıl, CV'ni 'over qualified' durumundan kurtarmak için didin dur, yaptıklarını yapmamışsın gibi göster,emekli ol, ertesi gün öl. Neden, çünkü yazılı olmayan kurallar böyle.

Peki nerede kaldı kişisel yatırımcılık, kişisel ticaret, alın terini destekleme. Hep birilerinin kontrolünde çalışma, hep birilerinin hayatımız üzerinde söz sahibi olması durumu...

08.05.2007 17.15
şimdi bir iş görüşmesine gidiyorum dönünce sistem adamı olarak devam edecem :))

Nerede kalmıştık, küreselleşme nedir anlamamıştım uzun vakit, meğer sermayenin küreselleşmesiymiş hadise. Şirketlerin giderek devleşmesi, devletten güçlü kurumlar haline gelmeleri, kendi ülkelerine sığmayıp başka ülkelerin kaynaklarından alabildiğine faydalanmaları, böylece maliyetleri düşürüp daha "kaliteli, verimli, düşük fiyatlı" ürünler sunabilmeleriymiş.

devam edecek....

18.06.2007 22:39
Ve ediyor. O yukarıda bahsettiğim iş görüşmesinden sistem adamı olarak çıktım. Bir vesile ile gittiğim dev plazalardan birinde iyice bunaldım. Yeni tabirle böğ geldi. İnsanları sanki Matrix'teymiş gibi gördüm. Kendileri ait bir yaşamı değil de kendilerine dayatılan bir hayatı yaşıyor gibiydiler. Bundan da şikayetçiyim zaten. Birileri bizlere birşeyler dayatıyor, belli kalıplar içerisinde yaşamaya özendiriyorlar. Yüzyıllardır değer yargılarımız olmayan değer yargılarını dayatıyorlar. Uymayanları dışlamaya yüreklendiriyorlar.

Yanlış anlaşılmasın çalışmaya karşı değilim. Geleneklerin şirketlerin "policy" leri ile birebir yer değiştirmesine karşıyım. İnsanların kendilerine dayatılan yaşam tarzlarını hemen içselleştirmelerine karşıyım...

Öyle bir dönem geldiki iş (business), kariyer, iş bağlantıları (network), "title", mülakat, insan kaynakları vb. kavramlara alabildiğine yabancılaştım. Hala da çok sindiremediklerim var...

devam edecek




Pazartesi, Mayıs 14, 2007

Dilini bıraktım, alfabesini bile bilmediğim bir ülke: Suriye!

Metinde olabilecek hatalar için şimdiden özür dilerim. Paylaşmak istediğiniz şeyleri yorumlar kısmına ekleyebilirsiniz.

Başer Esad - Hafız Esad ikilisi hariç diğer fotograflara tıklarsanız, o bölge ile ilgili picasaweb'deki fotograf albümüne gidebilirsiniz.

İyi eğlenceler ;)

Gezimiz, vaktiyle Osmanlı toprakları içerisinde bulunan, ondan evvel Bizans imparatorluğu kontrolünden olan ve sadece bu sebeplerle bile hayat tarzı güneydeki yerleşim bölgelerimizle benzerlikler gösteren bir ülkeye, Suriye'ye.
Hemen her yerde olduğu gibi, doğal olmayan sınırların komşular arasındaki tabiat ve hava koşullarını ve kültürler arası etkileşimi sınırlayamadığı bir yer burası.

Hazır Osmanlı demişken, Osmanlı mirasını reddetmekten çekinmeyen vatandaşlarımız var. Bana göre bu, ne yazık ki kafasını kuma gömen deve kuşunun sefil durumundan daha acınası bir durum değil. Herşey bir yana, paşam diyor "Tarihini bilmeyen uluslar yok olmaya mahkumdur!" diye. Bilmediği gibi, öğrenmemeyi de ayıp saymayanlarıdır sözüm.


Google Earth kullanıcılarına bir güzellik yapıp, bahsi geçen bazı bölgelerin koordinatlarını ekledim.

Halkın %10'u gayri Müslim, %15'i Şii ve geri kalan %75'i Sünni imiş. Gayri müslimlerin çoğunluğunu oluşturan Ermeniler'in bir kısmı Türkiyeden göçmüş. Netekim bizim otobüsün rehberi Agop'u dedeleri Malatya Ermenilerindenmiş.


Suriyede anayasasında şeriatin uygulandığı tek husus evlilikmiş. Kadınlar giyim kuşamlarında özgürler. Modern giyimli kadınlardan, elleri ve gözleri kapalı olanlara kadar çok geniş bir yelpazade, abartısız ve çok şık giyiniyorlar. Ama en çok dikkat çeken husus nasıl giyinirlerse giyinsinler hareketlerinde çekingenlik, ürkeklik yok ve en az erkekler kadar güçlü duruyorlar. Bakımlı olmaları bir yana, güzelliklerine dem vurmadan da geçemeyeceğim.

Dikkat çeken bir diğer husus cami minarelerinin herbirinin farklı tarzda inşa edilmiş olması. Türkiyedeki gibi minarelere Osmanlı tarzı camilerde rastlanabiliyor. Suriyede iki davranışın cezası çok büyük. Biri ağaç kesmek, ki yatırım yapan yabancı şirketlerin bile gözünün yaşına bakmıyorlar. Diğeri ise kadınlara laf atmak. Bu sayede kadınlar gece yarıları bile sokakta rahatça dolaşabiliyorlar. Her ikisi içinde darısı ülkemizin başına.


Türkiye de Suriye Lirası olarak anılan para birimler uluslararası piyasada Suriye Pound'u olarak geçiyor. Halk ona kısaca Suri diyor. Çarşılarda YTL ve dolarla alış-veriş yapmak mümkün.
1 YTL 30-34 Suri ederken
1 Dolar 50-52 Suri ediyor

Gezimizin güzergahı Gaziantep, Öncüpınar sınır kapısı, Malula, Şam, Hama, Halep, ve Gaziantep şeklinde. Haritaya bakılacak olursa en uzaktan başlayarak gezdiğimiz görülecektir.



Ma'alulaSınırın ötesinde ziyaret ettiğimiz coğrafik yerleşimlerden ilki Şam'a 50 km. mesafede bulunan Ma'alula (33°50'44.37"N 36°32'35.99"E). Hz. İsa'nın kullanıdığı dil olan Aramice'yi şu anda
dünya üzerinde tek kullanan kasaba Ma'alula. Özellikle vurguladıkları husus ise Aramice'nin sadece Hristiyanlara has bir dil olmadığı, o kasabaya ait olduğu ve kasaba nüfusunu oluşturan Müslüman ve Hristiyan halk tarafından ortak kullanıldığı idi. Kasabada yer alan Aziz Serge ve Bacchus kilisenin yaşı yaklaşık 1400 yıl.

Ma'alula nın yer yüzü şekilleri mağara evlere imkan verdiği için Bizansın elinden kaçan Hristiyanların buralarda saklanmaları gayet kolay olmuş. Hatta Ma'alula'ya ait bir de efsane var. "Hristiyanlığın ilk yıllarında Hristiyan olan bir kral kızı (Bizanslı olma ihtimali yüksek), duruma son derece karşı çıkan babasından kaçarken Ma'alula'ya varır. Ancak kayalar nedeni ile gidecek yeri kalmayınca Allah'a kendisini kurtarması için yalvarır ve dualarına karşılık olan düşen yıldırım, kayalarda ancak kızın geçebileceği kadar bir geçit oluşturur ve böylece kurtulur."

ŞamEfendim Ma'alula dan çıktık bir 50 kilometre gittikten sonra Şam'a vardık. Artık Suriye'de olduğumuzu daha iyi hissediyoruz zira her iki adımda bir Başer Esad'ın yakışıklı fotografları var. Arada sırada ona merhum babası ve merhum ağabeyi de eşlik ediyor. Şam başkent olmasına başkent ama gelin görün ki eski ihtişamını kaybetmiş. Gerek yapıların gerekse halkın görünümü genel olarak çok sefil. Evvelki uygarlıklardan kalan yapıtlar olmasa Şam'ın önemli bir yer olduğunu söylemek zor.

İlk durağımız Süleymaniye Külliyesi. İstanbul'daki Süleymaniye Camî'nin küçük bir kopyası olan ve yine Mimarbaşı Mimar Sinan'a yapıtırılan külliye, bahçesinde Suriye Askeri Müzesini ve son Osmanlı padişahı Vahdettin'in ve yakınlarının mezarlarını barındırıyor.

Emeviye Camî (33°30'41.44"N 36°18'23.09"E).
Emeviler döneminde kiliseden dönüştürülmüş olan camiye, 700-800 metrelik Şam kapalı çarşısından (33°30'39.72"N 36°18'10.32"E) geçip Bizans kalıntılarının (33°30'41.18"N 36°18'19.89"E) altından geçtikten sonra ulaşılıyor. Kapalı çarşının dibinde bulunan Şam kalesinin (33°30'42.49"N 36°18'8.25"E) girişini ne yazıkki biz bulamadık. Ama siz giderseniz şansınızı bir deneyin.

Emeviye Camii'nin avlusuna ayakkabılar çıkarılarak giriliyor. Çalınma ihtimaline karşılık, ki bu ihtimal çok yüksek, ayakkabılarınızı elinizde taşımanızda fayda var. İçeri girmek isteyen kadınların başlarını örtmeleri ve vücut hatlarını gizleyen bir kıyafete sahip olmaları gerekli. İsteyenlere bu özelliklere uyan kıyafetler, ki bunlar Ku, Klux, Klan cübbelerini andırıyor, sağlanıyor. Ben giymem demeyin, Roma sütunları üzerinde yükselen caminin ihtişamına hayran kalacaksınız. Emeviye Camii'ni özel yapan durumlardan biri de 4 mezhebin ibadetine imkan sağlayayacak şekilde tasarlanmış olması.

Caminin çok yakınında Selahaddin Eyyübi'nin ve birinci dünya savaşında şehit olan ilk üç Türk pilot subayının kabirleri (33°30'43.68"N 36°18'22.43"E) de ziyaret edilebilir.

Emeviye Camii'nden sonra kapalı çarşıyı dolaşma fırsatımız oldu. Kapalı çarşı dediysem büyüklük olarak İstanbul kapalı çarşısındakidaki tek bir cadde kadar olduğunu hatırlatmak isterim. Buradaki ürünler İstanbuldakine benzer ancak fiyatları İstanbula, hatta Antep'teki çarşılara bile göre oldukça düşük. Alış-veriş yaparken pazarlık yapmayı unutmamak lazım tabi. Pazarlığın daha ilk adımında ürünü yarı fiyatına almak mümkün. Sıkı pazarlıkçılar daha da ucuza alabileceklerdir tabiki. Ah birde çarşı içinde herkesin pek rağbet ettiği bir dondurmacı var. Anne tarafı Maraş'lı olan biri için (ben) Maraş dondurması ile aynı kefeye koymayacağımı belirtmek isterim.

Bu bölgedeki gezimiz bittikten sonra öğle yemeğini yemek için ayrılıyoruz. Şam'ın dışında ağaçlık güzel bir tesis ayarlamışlar. Yemekler Antakya-Antep mutfağına çok yakın. Soframız önce meze çeşitleri ile donatıldı. İtiraf etmeliyimki hiç bir yerde bu kadar hızlı servisle karşılaşmadım.
Meze çeşidi olarak humus, humuslu söğürme (közlenmiş patlıcanın Antep ağzındaki adı), nar ekşili çoban salatası, sarımsaklı yoğurt ve patates kızartması vardı. Tuhaf bir şekilde gittiğimizde her yerde patates kızartması ile karşılaştık. Mezelerden sonra tavuk, kıyma ve kuşbaşı etten oluşan kebap tabağı sunuldu. Ne yalan söyleyeyim kebap çeşitleri lezettli olmasına rağmen Adana-Antakya-Antep kebaplarının yanına yaklaşabilecek gibi değildi. Yemeğimizi, oraların olmazsa olması mırra içererek tamamladık.

Yemekten sonraki durağımız Hz. Muhammed'i (s.a.v) torunu Hz. Zeynep'in türbesi idi. bundan 25 sene evvel ufak, kendi halinde bir türbe iken, İran'ın devre girmesi ile israf boyutunda harcamalar yapılarak (som altından kubbe gibi) Şii'ler için Hac mekanı haline getirilmiş.

Türbe ziyaretinden sonra Şam'ın merkezine gitmek üzere yola çıkıyoruz. İstanbuldaki İstiklâl Caddesinin küçük bir modeli olan, ağırlıklı olarak giyim dükkânları ile dolu bir yer burası. Amcama orjinal Suriye müzikleri bulmak için girdiğimiz "kasetçide", çalışmak için yıllar evvel Suriyeye gelmiş, şu anda Şam televizyonunda udî olan Konyalı bir vatandaşımızla karşılaştık. Beğendiğimiz CD'yi bize hediye etmesi çok ince bir davranıştı.

Çarşıda bir saat kadar dolaştıktan sonra otelimize gitmek için yola çıktık. Günün yorgunluğunu üzerimizden attıktan sonra saat 23.00 civarında hem yemek yiyip hem eğlenebileceğimiz bir yere gideceğiz. Neden bu kadar geç saatte gittiniz sorusuna, biz gittiğimizde mekanın boş olduğu ve 24.00'e doğru dolmaya başladığı cevabını verebilirim. Burada, beklenenin aksine,
kadınların da sosyal hayata rahatça katıldıklarını belirtmek isterim. Rehberimiz Agop'un dediği gibi "..Burada bazı şeyleri Türkiye ile kıyaslamayın, buradaki insanlar rahattır, geç kalkarlar, geç yatarlar, kısacası eğlenmenize bakın...". Eh, biz de öyle yaptık. Yemek menüsü gündüzki menünün bire bir aynısıydı. Saat 24.00'e doğru sahne alan ve bildiğimiz Türk şarkıları ve Suriye şarkıları seslendiren grubun müzik kalitesi çok iyiydi. Bir süre sonra gözlerimiz yarım bakmaya başlayınca sabah saat 06.00 'da kalkmak üzere otele hareket ettik.

HamaKoca bir günün yorgunluğu öyle 3-4 saat uykuyla geçmiyor. Bu nedenle, Hama'ya (35° 8'16.12"N 36°45'8.82"E) giderken,
etrafımızı zaten bir evvelki gün gördüğümüz için, otobüste uyumakta sakınca görmedik. Hama'da ne var? En görülesi şeyler dev su dolapları. Asi nehrinin üzerinde kurulu bu dolapların Roma dönemindeki amacı, suyu yüksekteki sulama bölgelerine taşımakmış. Bu işi başarıyla yaptıkları anlaşılıyor. Dönem dönem restorasyona uğrayan dolaplar dönerken epeyce gacırdıyor. Şunu da belirtmek isterimki şu anda su gücü ile değil elektrikle dönüyorlar. Eminimki Hama'da görülesi bakşa yerler de vardır, artık onları başka bir gezide ziyaret ederiz.

Halepİstikamet, merakımızı esas cezbeden şehire, Halep'e (36°12'55.97"N 37° 9'33.40"E). Halep taa eski çağlardan (tamam çok bilimsel olmadı ama hakkaten öyle) beri ticaret merkezi olan bir şehir. İşin ilginç tarafı neredeyse bütün bir şehir ticaret yapıyor. Nfusun büyük çoğunlupu Türkçe konuşabiliyor. Netekim Suriye televizyonlarından ziyade Türk televizyonların seyrediyorlarmış. Fotograflarda göreceğiniz evler şehrin zengin kesiminden. Burada bir dairenin fiyatı yaklaşık $500.000 civarındaymış. Ne yazık ki tur organizasyonumuz çok başarılı olmadığından Halep'in tarihi dokusunu çok fazla göremedik. Halep kalesi ve kapalı çarşı, ki sokakların uzunluğuu 17km'yi buluyormuş, şu geçtiğim yerler arasında en görülesi olanlar.

Suriyenin kuzeyi tarım bölgesi. Özellikle Halep'in bitki örtüsü ve iklimi Kilis-Antep bölgesine çok benziyor. Zeytin ve fıstık önemli gelir kaynaklarından. Ortaokul, lise kitaplarında bulabileceğinizbu bilgileri gittim bizzat yerinde gördüm. Bir nevi yurtdışı temaslarda bulundum.

Halep ve Şam, şekerlemeleri ve tatlıları ile meşhur. Devlet tarafından ithal edilen ham şeker daha ucuza halka sunuluyor. Sütü bozuklar her yerde olduğu için, bir dönem devletten aldıkları ham şekeri Türkiyeye satanlar/kaçıranlar yüzünden şu ara bu konuda sıkı denetimler yapılıyormuş. Ah, bir de değinmeden geçemeyeceğim Halep'in eşhur bir çikolatası var, Patchi. İstanbulda Nişantaşı ve Akmerkezde satılıyormuş. Gerçekten denemeye değer.

Gezdiğim ve gezmediğim bölgeleri (özellikle Palmyra) ile Suriye mutlaka görülmesi gereken komşularımızdan. Halk cana yakın, alışverişleri dürüst ama pazarlık gerektiriyor.

Sevgiler, saygılar

Salı, Mayıs 08, 2007

Mustafa Kemal Atatürk'ün Bursa Nutku

Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, "demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek"

Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir."

İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!

Mustafa Kemal Atatürk
Bursa, 5 Şubat 1933


Cumartesi, Mayıs 05, 2007

Ahırkapı Hıdrellez Şenliği

Başlıktan da anlaşılacağı üzere bu akşam Ahırkapıdayım bir grup dostumla. İzlenimler ve fotograflar pek yakında...

Eh madem buralara kadar geldiniz önce Hıdrellez nedir konulu kısa bir giriş yapayım. Buyrunuz

"
Hıdrellez; Hızır ile İlyas sözcüklerinin birleşmesinden türemiştir. Türk kültüründe sıkıntıda bulunanların yardımına koşmalarıyla tanınan Hızır ve İlyas peygamberlerin 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece “buluştukları”, “dilekleri gerçekleştirdikleri”ne inanılır. Bu inanış, zaman içinde çeşitli kutlama biçimleriyle “Hıdrellez” denen şenliklere dönüşmüştür."

Daha detaylı bilgi için google'a gidelim.

Bir dolu insanın dilek dilemek bir yana hep bir araya gelerek eğlenip, coştuğu bir gece idi Hıdrellez gecesi. Fotograflarda da göreceğiniz gibi Hareket gırgır şamata dizboyunu epeyce geçmişti. Romanların şen havalarıy coşan ahali ver

Fotograflar için buraya -> http://picasaweb.google.com/gokalp/HDrellez2007.

devam edecek ....

Konser Adabı

Bu yazıya vesile olan konserimiz, çok eğlendiğim Kultur Shock konseri. Şimdi gelelim "Nedir konser adabı?", "Konserinde adabı mı olurmuş?" sorularını cevaplarına. Efendim malum konserler eğlence yerleri. 

Bu bilginin ışığında,

- Mahşer kalabalığı içinde ellerinde içki bardakları ile dolaşan insanlar var, geçtim şişesini, bira bardağı dahi olsa anlayacam da kardeş şarap, rakı, bardağı ile takılıyor. Yahu be adam, alabildiğine zıplanılan bir konserde neden bir elinde rakı bardağı bir elinde su, parmak arasında sigara, üstelikte hareketin yoğun olduğu ön saflara gitmeye çabalıyorsun, hemde Punk Rock konserinde rakının ne işi var.  

- Bir de habire bir hareket var seyirci mekanında. Hareket derken yanlış anlaşılmasın konser başlamış, zıplayıp duruyoruz, o ayrı. Giren, çıkan, önden arkaya giden, arkadan öne giden, şerit değiştiren, bitmedi arkadaş. Sevgililerini korumaya çabalayan erkeklerin ayılığı eşliğinde zıplamalarımız pogoya dönüştü. Ah bir de söylemeden geçemeyeceğim "Pardon çıktı çıkalı eşekler çoğalmış."

- Kimin konseri olduğunu bilmeden "bir bakalım beğenmezsek çıkarız" grubu var bir de. Ah be arkadaşlar madem bilmiyorsunuz neden "ya seversek!" mantığı ile en öne gidiyorsunuz.  

- Ezilen zavallı ayaklarımız için bir sızlanma da, hunharca dans edenler için geliyor. Paşam sanki Grease'de dans eden John Travolta. Buradan yetkililere seslenmek istiyorum. Bütün bunlara önerim, bilet fiyatlandırması için sahneye yakınlıktan ziyade, müzik dinleyecekler, dans edecekler, abaracaklar, müziği rakıya meze yapacaklar gibi alt kategorilerin oluşturulması. 

Saygılarımla Efendim.

Cuma, Nisan 20, 2007

How to use "Google Calendar Notifications" with "Google Groups"

The wish: If a Google employee reads this blog I wish him/her not report this solution :))

The case: You have a community in Google Groups and want to use Google Calendar Notifications. But you can't.

The Solution by Example:
Birthdays of High School Classmates.
They use hclassmate@googlegroups.com to communicate
The member who stores Birthday records in his Google Calendar is johndoe@gmail.com

1- Tell John Doe to create the birthday records in his Google calendar including specific keywords. Like "Birthday (HighSchool) - Janet Doe". The important part is "Birthday (HighSchool)"
2- Tell John Doe to create a filter in his Gmail account with following specifications.
From: calendar-notification@google.com
Subject: Birthday (HighSchool)

Forward it to : hclassmate@googlegroups.com

3- Well it is not over since the forwarded messages don't seem to come from neither johndoe@gmail.com. nor calendar-notification@google.com. Also calendar-notification@googlegroups.com is a restricted address so you can't add it to Google Groups members. There is a combination of both e-mail addresses like below:
johndoe+caf_=calendar-notification=googlegroups.com@gmail.com

I found it while examining the message header of a forwarded the notification message to a normal e-mail address.

Now the Moderator should add following addresses directly as Group members.
johndoe+caf_=calendar-notification=googlegroups.com@gmail.com
calendar-notification@google.com

Don't forget to check No email - Web-only participation option in invite members page.

4- Please don't forget to modify the given examples due to your e-mail and group addresses.

5- Thats all :)). I hope it works for you also. We are using it for a while. If you get stuck just drop me an e-mail.

6- Enjoy also other Google technologies :))

Salı, Mart 06, 2007

Bana 'ama' ile başlayan cümleler kurmayın...

Her söylediğime karşı bahane bulup savunma durumuna geçmeyin yahu. Muhalefet olmak farklı savunmaya geçmek farklı. Sorun, anlatayım, savunma ne?

Savunmaya geçince neler oluyor? Bir kere kişi kendini gelişime kapatıyor. Bildiğinin arkasında duruyor ama kendi bildiğini başkalarının da bildiği gerçeğini göz ardı ediyor. Böylece de, söylenen yeni şeyleri değerlendirip ilerleme fırsatını kaçırıyor. Tabiki bu arkadaşların, savunmaya geçmek konusunda mutlaka geçerli bir sebepleri vardır. O vakte kadar ki tecrübeleri hep savunmada olmak zorunda bırakmıştır kendilerini. Kabuklarının kırılmasından korkuyorlardır. 

Muhalefet ise daha farklıdır. Bir fikre karşı çıkarsın ama bunu yapışın saldırgancadır. Çünkü aksi düşüncenin eksikleri olduğunu yada yanlış olduğunu düşünüyorsundur. Bunu tartışma platformuna koyarsın. Tartışma sonucunda farklı şeyler duymuşsundur hiç değilse yanlışların varsa onları görmüşsündür. 

Peki nasıl böyle ahkam kesebiliyorum. Çünkü hem 'ama' demeden savunmaya geçebiliyorum hem de çok feci muhalefet yapıyorum ;-)